Word’ün vefası değil internet hiçbir şey de yok,
Yine ağ da bir sorun var ve kaldık word’e
…
Yalnızlığım şimdi daha da derin bir boyut kazanıyor
Bundan sonra gör bakalım yalnız olmak neymiş.
…
Mutluyum uzun zamandan sonra,
Bazen beni çok ağlatan ve üzen yalnızlığıma bayılıyorum.
Beni yalnız bırakanlara da şükran
…
Acı ve mutluluk ne kadar da yakın noktalarda
Çok acı çekmek sanki çok mutlu olmanın işareti gibi?!
25.12.08
01:03
27 Aralık 2008 Cumartesi
22 Aralık 2008 Pazartesi
...sil baştan başlamak gerek bazen...
boş sokaklarda yağmur altında atılan adımlara son!
dur!
gözlüğünün buharını sil
ve netleşsin artık herşey!...
"bir keşkeye daha yer yok kalbimde"
22.12.08
17 Aralık 2008 Çarşamba
öfke!..
27 Kasım 2008 Perşembe
Ajanda Sayfalarından

Ajandamı karıştırıken geçen sene yaşadığımız anlamsız/enteresan olaylar üzerine düşülmüş şöyle bir not buldum. (aynen aktarıyorum):
"Siyaset ve Erdem
Hayatımıza farklı dönemlerde farklı kaideler giriyor. önce hepsinin vazgeçilmez temel prensibler olduğunu düşünüyoruz. sonra onlar çatışıyor ve kaos.. ne yapacağımızı bilmeden bocalıyoruz.sonra o, büyük kurtarıcı (!) çözüm, geliyor; siyaset. politik oluyoruz ve bütün sorunlar çözülüveriyor.
nasıl mı?
Önce ulü'l-emr'e itaati öğrendik. Ailemizde baba reis idi ve biz onun dediklerine tâbi olduk. sonra okulda bizim için her zamn iyiyi düşnen öğretmenlerimiz oldu, biz onlara da tabi olduk. çünkü onlar bizden daha büyüktü ve iyiyi bizden daha iyi temin edebilirlerdi. yöneticiye itaat bizim için temel bir ilke oldu.
Sonra dürüstlük ilkesi girdi hayatımıza, ne olursa olsun yalan söylemeyecektik. Annelerimiz, okullarımız, çevremiz hep bunu telkin etti bize: aman yavrum hangi şartlarda olursan ol, sakın yalan söyleme. Bunu da hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olarak kabul ettik ve hep öyle olmaya çalıştık.
Ve birgün öyle bir an geldi ki; temel kaidelerimiz çatıştı. yöneticilerimize itaat edebilmemiz için çok dürüst olmamamız gerekti. itaatsizlik olmazdı; çünkü onlar bizim iyiiğimiz için (bizi daha iyi yönetebilmek için) bunu istemişlerid bizden. peki ya dürüstlük! annemiz zararımıza da olsa dpğru söylememizi istemişti. o halde ne yapacaktık şimdi? tek çözüm, politik davranmak. bir ölçüde dürüstlükten ödün vermeyip, itaati elden bırakmamak. ikisi aynı yolda yürümüyorsa, ikisisnin de yürüyeceği ortak bir yol oluşturmak.
bizim neyi yapmak istediğimiz mi? aslında bunun pek debir önemi yoktu. önemli olan yapılması gerekeni yapmaktı. siyaset böyle birşeydi; nabza göre şerbet. nerde nasıl olman gerekiyorsa örada öyle davranmaktı. evet o an için çekip alırdı bizi o durumdan, peki ya bizden aldıkları!?..
Mesela Erdem, neden yıllar önce siyasete küsmüştü ve onun yanına hiç uğramıyordu?
Neydi ki alıp veremedikleri, paylaşamadıkları şey? Biz mi? her ikisi de sadece bizi tarafına çekmeyi mi sitiyordu?
Keşke biraz politik davransalardı, bizim için sorun değil, bazen onunla bazen diğeriyle ourduk biz."
bu yazıyı yazdığım zamanı hatırlıyorum ne kadar da kzımıştım. şimdi ise gülerek okuyorum. :)
24 Kasım 2008 Pazartesi
21 Kasım 2008 Cuma

üsküdar da sonbahar son demlerini yaşamaktaymış da benim haberim yokmuş. iki haftalık vize inzivasından yine tek parça çıkabilmenin sevinciyle sahillere vurdum kendimi... denizde tezat var bugün hem gri, hem coşkulu... ben griye durgunluğu yakıştırırım ama o coşku katmış... dalgalar İstanbulu tokatlar gibi vuruyor kendini kıyıya...Üsküdar sonuna kadar sonbahar bugün, yapraklara sarılıp öpmememk içn kendimi zor tutuyorum. Toprağa koştum ve avuçlarımın arasından süzülüşü çok hoşuma gitti. Çok güzel kırmızı, sarı, turuncu yapraklar topladım bugün.
18 Kasım 2008 Salı
Sure-i Nur
ne yapıyoruz biz Allah'ım? nereye bu gidiş ,
sürükleniş desem daha mı doğru olur?
gün içinde haç defa unutuyoruz sana kul olduğumuzu?
ya da kaç defa hatırlıyoruz desem hada mı doğru olur?
Nur,
bir nur gibi doğdu kalbime
dank etti birden,
herşey karardı sandım, hayır bu nurun aydınlığıydı
dur da bir bak yaşantına dedi Nur
dur da bir bak!
bilmemekten mi diye sordu beyin
yoo diye cevap verdi dil: unutmaktan
peki ya bu kadar unutmak ne diye?
dil sustu,kalp bilyordu cevabı
sızladı, yandı, kıvrandı durdu
dili yoktu kalbin bişey diyemedi
suçlu biliyordu kendini
pişman gözlerden yaşlar süsüldü
ne diyordu Nur bangı bangır:
"mü'min kadınlara söyle bakışlarını indirsinler"
gözler utancından kızarana dek ağladı
ama bakışlar söz dinlemiyordu ki
Nur çok yaralayıcı oldu bu sefer,
pınarları kurumaya yüz tutmuş gözler,
indirdi bakışlarını bir daha kaldırmama sözüyle
ihtiyacı olan tam da böyle bir tokatmış,
kalp silkindi,
uyuyan hücreler uyandı
bu bir teyakkuzdur, yola devam dedi beyin
ve tuttu gözlerin elinden kalp,
beynin ardından ilerleyerek
beyin ipleri aldı eline
kattı diğerlerini önüne;
birinci nefis terbiyesi operasyonu hayrola!...
nefse zincirler vurula!..
nur üstüen nur ola!..
not izafi bir kavram !
arkadaşı yemekte üzgün üzgün, kendisini teselli etmesini bekleyerek 86 aldığını söylerken o içinden 56 alabilmek için yaptığı duayı hatırlıyordu.
15 Kasım 2008 Cumartesi
14 Kasım 2008 Cuma
Kırmızı ve Mavi

Bir yanımda alevler yanıyor,
Bir yanımda hırçın dalgalar
Bir tarafım yanıyor ve yakıyorken,
Diğer tarafım sürekli onu söndürmek peşinde.
Bir gözüm mavi, bir gözüm kırmızı
Dünyayı iki gözle seyretmek zor,
Bir gözümü kapattığımda
Güneş kırmızı, yer kırmızı, sular kırmızı,
Her yer yanıyor,
Elimi neye değsem sıcak,
Her şey yakıcı
Kalbim kırmızı,
Kanıyor ve yanıyor.
Diğer gözümü kapattığımda
Deniz mavi, toprak mavi, kitaplar mavi
Serin ve soğuk…
Rüzgarda kuruyan gözyaşım mavi,
Martılar mavi, durgun ve sakin
İçten kırmızı zorluyor, maviyi alt etmek için,
Durun savaşmayın diyorum ama
Biliyorum
Ne zaman ki iki göz aynı anda kapanacak,
Bilirim o zaman bitecek mavi ile kırmızının savaşı,
Ve siyah kazanacak!
Bir yanımda hırçın dalgalar
Bir tarafım yanıyor ve yakıyorken,
Diğer tarafım sürekli onu söndürmek peşinde.
Bir gözüm mavi, bir gözüm kırmızı
Dünyayı iki gözle seyretmek zor,
Bir gözümü kapattığımda
Güneş kırmızı, yer kırmızı, sular kırmızı,
Her yer yanıyor,
Elimi neye değsem sıcak,
Her şey yakıcı
Kalbim kırmızı,
Kanıyor ve yanıyor.
Diğer gözümü kapattığımda
Deniz mavi, toprak mavi, kitaplar mavi
Serin ve soğuk…
Rüzgarda kuruyan gözyaşım mavi,
Martılar mavi, durgun ve sakin
İçten kırmızı zorluyor, maviyi alt etmek için,
Durun savaşmayın diyorum ama
Biliyorum
Ne zaman ki iki göz aynı anda kapanacak,
Bilirim o zaman bitecek mavi ile kırmızının savaşı,
Ve siyah kazanacak!
help me! ya Rabbi!..

Allah’ım hayat neden bu kadar zor
Biz mi zorlaştırıyoruz bilmiyorum
Ya da aslında bizim hiçbir şey yaptığımız yok da
Onlar mı zorlaştırıyorlar
Oooof
Of
Of demek bile yasak
İsyan değil haşa
Sadece
Sadece,,,
Sadece ne olduğunu bilmiyorum
Sadece ağlamak istiyorum
Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum
İnsanlardan bir beklentim yok
Rabbim bize kaldırabileceğimizden fazlasını yükleme
Yüklendiklerimizi hafiflet, kolaylaştır
Yoksa daha çok ezilirim
Artık dayanmıyorum galiba
Nolur yardım et
Bir çıkar yol göster
Ya kafayı yiycem
Ya da her şeyi bırakıp gidicem
Şimdiye kadar yaptığım ne varsa yıkıp, bırakıp gidicem
Vaktim yok
Gücüm yok, yıkıp tekrar yapmaya
Tekrar yapmak isteyen kim ki
Hayat neden bu kadar zor
Yaşamak neden bu kadar zor
Milyonlarca insan yaşıyor
Ben neden beceremiyorum rabbim
Bu kadar mı acizim?
Acizim tabi, neye güç yetirdim ki şimdiye kadar
Kendi hayatımı bile yönetemiyorum.
Kendi hayatım diye bişey varsa eğer
Çok zor…
Bitsin demekten korkuyorum
Bilmiyorum ki ne olacak bitince!
Ağlamak, ağlamak…
Rabbim fıtratıma koymadığın eğilimleri bende var sandırıp da onların peşinde bir ömür tükettirme!
Lütfen yardım et
Bu kez gerçekten acil yardımına ihtiyacım var.
Lütfen!
Biz mi zorlaştırıyoruz bilmiyorum
Ya da aslında bizim hiçbir şey yaptığımız yok da
Onlar mı zorlaştırıyorlar
Oooof
Of
Of demek bile yasak
İsyan değil haşa
Sadece
Sadece,,,
Sadece ne olduğunu bilmiyorum
Sadece ağlamak istiyorum
Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum
İnsanlardan bir beklentim yok
Rabbim bize kaldırabileceğimizden fazlasını yükleme
Yüklendiklerimizi hafiflet, kolaylaştır
Yoksa daha çok ezilirim
Artık dayanmıyorum galiba
Nolur yardım et
Bir çıkar yol göster
Ya kafayı yiycem
Ya da her şeyi bırakıp gidicem
Şimdiye kadar yaptığım ne varsa yıkıp, bırakıp gidicem
Vaktim yok
Gücüm yok, yıkıp tekrar yapmaya
Tekrar yapmak isteyen kim ki
Hayat neden bu kadar zor
Yaşamak neden bu kadar zor
Milyonlarca insan yaşıyor
Ben neden beceremiyorum rabbim
Bu kadar mı acizim?
Acizim tabi, neye güç yetirdim ki şimdiye kadar
Kendi hayatımı bile yönetemiyorum.
Kendi hayatım diye bişey varsa eğer
Çok zor…
Bitsin demekten korkuyorum
Bilmiyorum ki ne olacak bitince!
Ağlamak, ağlamak…
Rabbim fıtratıma koymadığın eğilimleri bende var sandırıp da onların peşinde bir ömür tükettirme!
Lütfen yardım et
Bu kez gerçekten acil yardımına ihtiyacım var.
Lütfen!
12 Kasım 2008 Çarşamba
mutluyum, mesudum, bahtiyarım yanımda :)
ağzımda çikolata tadı
yanı başımda
esen yel,
pencerem açık ve telli, yani kediye karşı önlemli
mavi hırkam üstümde, annemin kulakları çınlasın.
yarın tefsir sınavı var
bedrettinni kemikleri sızlasın!
güzelcik, güzelcik nerdesin?
beni duyuyorsan ses ver,
ses veremezsen geliver
istanbul ne güzel
bu rüya hiç bitmesin!
....
ağzımda çikolata tadı
yanı başımda
esen yel,
pencerem açık ve telli, yani kediye karşı önlemli
mavi hırkam üstümde, annemin kulakları çınlasın.
yarın tefsir sınavı var
bedrettinni kemikleri sızlasın!
güzelcik, güzelcik nerdesin?
beni duyuyorsan ses ver,
ses veremezsen geliver
istanbul ne güzel
bu rüya hiç bitmesin!
....
10 Kasım 2008 Pazartesi
birinci sınav sillesini yedikten sonra nedense çok mutlu bir şekilde döndüm yurda. kelpetin yine bize ilk okul muamelesi yaptı. gazali de neden selefden bahsetmiyorsa anlamadım ne olur sanki öçyle olsaydı da fazladan birkaç puan alsaydık. ilk sınav
tam bir fiyasko..
3 soru
2 cevap
1 cevapımsı
Allah kabul etsin.
İbn Teymiye'ye kızıyorlar selefiyenin felsefeni yapmış diye
ben bugün hepsinin toptan felsefesini yaptım ama bakalım işe yarıyacak mı
tam bir fiyasko..
3 soru
2 cevap
1 cevapımsı
Allah kabul etsin.
İbn Teymiye'ye kızıyorlar selefiyenin felsefeni yapmış diye
ben bugün hepsinin toptan felsefesini yaptım ama bakalım işe yarıyacak mı
6 Kasım 2008 Perşembe
mtululuğu kalıba döküp adını "BİTTER" koymuşlar...




mutluluk...
bir beni anlayamadım,
bir de seni.
varlığın senin elinde mi,
yoksa benim mi?
hem çok yumuşaksın hem sert,
ben mtululuğu ısırmayı seviyorum.
kıtır, kıtır,
simsiyah
ve soğuk..
ağız dolusu siyah mutluluk,
ağızdan damarlara, tüm vücuda yayılan siyah mutluluk
altın yaldızlı jelatinler içinde saklı cevher,
mutluluk saklı acını ruhuma döküver
yataktan sıcak, uykudan tatlısın,
anadan ayrıyı bir sen anlarsın
17:24
24 Ekim 2008 Cuma
Rüzgarla dans

Bomboş bir alanda tek başıma gözlerimi kapatıp saatlerce dans etmek istiyorum. Hiç bitmesin. Yer ayaklarımın altından kayıp gitsin. Hiç durmada, yorulmadan rüzgârla dans etmek istiyorum, saçlarım savrulsun, eteklerim uçuşsun. Rüzgâr titretsin içimi. Soğuktan ellerim üşüsün, sonra rüzgâr tutup ısıtsın ellerimi. Uzun uzun dönsem sağdan sola, soldan sağa.. hiç açmasam gözlerimi. Gözlerimi açmadan da ayaklarımı ucundaki denizi görebilsem, dalgaların bana eşlik eden sesini duysam, rüzgâr bıraksa ellerimi ve son dönüşümü yapıp bıraksam kendimi denize… Atlayıversem okyanusun kalbine.
22 Ekim 2008 Çarşamba
sarı yapraklar...
Bir ekim günü fakültede felsefe dersi vardı. Felsefe dersinin olduğu gün tüm öğrencilerde bir telaş olurdu; not tutacaklar ön sıraları kapmak için; uyuyacaklar ya da kitap okuyacaklar arkalara yerleşebilmek için erkenden sınıfa koşuşurlardı. O bügun yeni bir romana başlacaktı, telaş içnde girdi sınıfa, arkadan üçüncü sıranın boş olduğunu görünce derin bir nefes aldı ve üç kilolouk çantasını masaya bırakıp şapkasını çıkardı. Yaptığı hesaplamlara göre evet burası kitap okumak için oldukça uygun bir yerdi.…
Acı çeken felsefe hocası inleyerek dersi anlatmaya, ön sıralar hızla not tutmaya başlamıştı. Yavaşça arkasını dönüp sınıfı kolaçan etti, arka sıralar her zamanki gibi demde uyumaya başlamışlardı. Artık kimse onun farkıda değildi. Yavaşça kitabını açtı ve okumaya başladı.
...
Bu aralar ne olduğunu bilmediği bir şey her an hüzünlendirebiliyordu onu. Nereden geldiğini anlamadan birden başlıyor ve onu alıp götürüyordu. Bu sefer gözü, camdan dışarı, yorgun ve hüzünlü sallanan sarı sonbahar yapraklarına takıldı. Bir an sanki yaprakların kendine fısıldadığını duydu. Ürpertiyle sınıfa döndü; hoca aynı acı ve tiksinti dolu ifadeyle ders anlatmakta, önünde duran Elif Şafak Pinhan’ı anlatmaktaydı. Karşısındaki hocanın felsefeci olması yaprakların konuşmasından daha az şaşırtıcı değildi onun için. Kitabını kapayıp tekrar cama döndü. Bir yaprak ona göz kırpmıştı sanki. Şimdi hep bir ağızdan sallana sallana anlatıyorlardı, kapattı gözlerini ve dinlemeye koyuldu:
Üsküdar sahilindeydi. Tek başına yapayalnız, sessiz ve kimsesiz denizi seyrediyordu. Bu duyduklarını kendisi mi hayal ediyordu yoksa yapraklar mı anlatıyordu anlayamadı ama bunun pek de önemi yoktu. Deniz masmaviydi bugün, sahil bomboş… Kızkulesi kimsesiz ve mahzun selamlamıştı onu. Sanki tüm martılar terk eyleyip gitmiş gibi dolu gözlerle bakıyordu Kızkulesi. Ne oldu diye sorsa ağlayacak gibiydi. Belki de bu hüzün yaklaştırıyordu onları birbirine. Bu koskoca şehirde bir tek o anlardı onu. İşte bu yüzden yine ona gelmişti. Kaç zamandır orada olduğunun farkında olmadan saatlerce seyretti bu dev şehirdeki tek arkadaşını. Onunlayken sanki farklı bir boyutta yaşıyormuş gibi konuşmadan anlaşıyorlardı. O anlattı, Kızkulesi anlattı… derken tanıdık bir sima durdu önünde. Bu O’ydu. Tam da sırası. Son birkaç aydır yakalandığı sebepsiz kalp çarpıntıları başladı birden. O konuşmaya başladı ama yine havadan sudan. Ne olurdu bir seferde gerçekten söylemek istediklerini söyleseydi. Biliyordu duymak istediklerinin onun da aslında söylemek istedikleri olduğunu. Ama nasıl emin olabilirdi. Ya öyle değildiyse. Yo yo öyleydi, hissediyordu. Peki ama nedendi bu konuşan suskunluk? Her ikisi de bildiği halde neden ikisi de saklıyordu. Bir süre sessizlik oldu. Bir an gözleri Kızkulesi’ne takıldı. Ve bir damla yaş süzüldü kuru yanaklarından… o gitmişti…
…
Saatine baktı ders bitmek üzereydi. Kitabını çantasını topladı. Kimseye çaktırmadan yapraklara göz kırptı ve çıktı sınıftan… kalabalık dar caddelerde uzun uzun yürüdü. Bir an gerçekten Kızkulesine gitmeyi düşündü ama vazgeçti, buna cesareti yoktu…
19 Ekim 2008 Pazar
sahipsiz mektup

Güzelcik
Neden yasak ve bu kadar cazipsin?
Ve neden her şeyden habersizsin?
Nasıl hem bu kadar yakın hem da bu karda uzaksın?
Senin bile senden haberin yok
Seni sadece ben biliyorum.
Evet, seni tek bilen benim ama aslında ben de bilmiyorum;
Ya hayatımın anlamısın
Ya da boş bir hülyasın
Bir gün bunları bilecek misin bilmiyorum, belki de hiç haberin olmaz.
Belki de yoksun aslında ha güzelcik
Seni böyle var eden ben miyim?
İkiye bölünmüş varlığım üzerinde çalışmakta ve çatışmakta…
Kalp ile beyin ne olurdu arada bir el ele verselerdi…
“Bitsin artık bu karmaşa” demekten de korkuyorum;
Ya bu karmaşa bittiğinde sen çoktan gitmiş olursan
Korkuyorum seni bulduğumda sen olmadığını görmekten
Korkuyorum seni ararken hayalini kaybetmekten
19.10.08
21:20
Neden yasak ve bu kadar cazipsin?
Ve neden her şeyden habersizsin?
Nasıl hem bu kadar yakın hem da bu karda uzaksın?
Senin bile senden haberin yok
Seni sadece ben biliyorum.
Evet, seni tek bilen benim ama aslında ben de bilmiyorum;
Ya hayatımın anlamısın
Ya da boş bir hülyasın
Bir gün bunları bilecek misin bilmiyorum, belki de hiç haberin olmaz.
Belki de yoksun aslında ha güzelcik
Seni böyle var eden ben miyim?
İkiye bölünmüş varlığım üzerinde çalışmakta ve çatışmakta…
Kalp ile beyin ne olurdu arada bir el ele verselerdi…
“Bitsin artık bu karmaşa” demekten de korkuyorum;
Ya bu karmaşa bittiğinde sen çoktan gitmiş olursan
Korkuyorum seni bulduğumda sen olmadığını görmekten
Korkuyorum seni ararken hayalini kaybetmekten
19.10.08
21:20
18 Ekim 2008 Cumartesi
...başlıksız..
Uzun zaman oldu yazmayalı. Yazmak bana kırgın değildir umarım, ben onu çok özledim. Blogumun başına son gelenlerden sonra nedense bir türlü bilgisayarın başına oturup yazmak gelmedi içimden. Küsmüştüm ama neye küs olduğumu bilmeden. Klavyem bile yavaşlamış. Ama artık tekrar yazmak istiyorum. Tekrar eskisi gibi. Zaman çook hızlı geçiyor. İstanbul’da 3. seneye girdik. Her an kaydetmek istiyorum. Burada yaşadığım her günü sonsuza dek hafızamda saklamak istiyorum keşke unutmamanın garantisi olsa.
Kafam çok karışık. Beynimde kırk türlü soru, zincirlerinden azat edilmiş köleler gibi çılgınca dolaşıyor. Temelde bir soru var, bir köle; diğer hepsi ona tutunarak onun peşinden geliyor. Aslında bu soru her zaman üzerini örttüğüm gizli bir canavar gibi içimde yaşıyor ve azıcık uygun ortam bulsa hemen örtünün altından baş gösteriyor. Dün mutluluk filmini seyrettim ve aynı akşam bir arkadaş ism de mutlu olmadığını aslında yapmak istediğinin bu olmadığını ve kendini kandırmaya artık son verdiğini açıkladı bize. İçinin sesini dinleyip hayallerinin peşinden gidecek, hep yapmak isteyip de ertelediklerini yapacakmış. İçimdeki canavar onu kendimden bile saklamak için attığım kuyudan hemen başını uzattı ve sordu: sen ne zaman son vereceksin? Ve bu sesle yine devreler karıştı. Sistem çöktü, her şey tekrar altüst oldu. Korkuyorum kendimi tanıyamıyorum ve korkuyorum. 20 yıldır benle iç içe yaşıyorum ama kendimi tanıyamıyorum ve anlayamıyorum. Bir şeyi istediğimde gerçekten istediğim için mi istiyorum yoksa istemem gerektiğini bildiğim için mi istiyorum bilemiyorum. Bu bulanıklık beni çıldırtıyor. Tam bir şeye karar veriyorum ve dev uyanıp soruyor gerçekten bunu istiyor musun?.. bilmiyorum …bilmiyorum……..kendimi tanımıyorum içimde konuşan ses ben miyim yoksa başkası mı bilmiyorum. Muallak bir geleceğe doğru ilerlemek yorucu. Ya bir gün, yıllarca istediğimi sandığım ve ömrümün en güzel yıllarını ona ulaşmak uğrunda harcadığım şeyin aslında yapmak istediğim şey olmadığını anlarsam. O zaman ne olur? Yıllarca ipine tutunup gittiğim balon bir anda patlayıverirse sahi ne olur? Sanki ne yapmak istediğimi biliyor muyum? Peki bu halde bir şeyler yapmaya devam edebilir miyim? :( Zaman çook hızlı geçiyor. İstanbul!da üçüncü seneye girdik… Artık bir şeyler yapmak zorundayım.
Kafam çok karışık. Beynimde kırk türlü soru, zincirlerinden azat edilmiş köleler gibi çılgınca dolaşıyor. Temelde bir soru var, bir köle; diğer hepsi ona tutunarak onun peşinden geliyor. Aslında bu soru her zaman üzerini örttüğüm gizli bir canavar gibi içimde yaşıyor ve azıcık uygun ortam bulsa hemen örtünün altından baş gösteriyor. Dün mutluluk filmini seyrettim ve aynı akşam bir arkadaş ism de mutlu olmadığını aslında yapmak istediğinin bu olmadığını ve kendini kandırmaya artık son verdiğini açıkladı bize. İçinin sesini dinleyip hayallerinin peşinden gidecek, hep yapmak isteyip de ertelediklerini yapacakmış. İçimdeki canavar onu kendimden bile saklamak için attığım kuyudan hemen başını uzattı ve sordu: sen ne zaman son vereceksin? Ve bu sesle yine devreler karıştı. Sistem çöktü, her şey tekrar altüst oldu. Korkuyorum kendimi tanıyamıyorum ve korkuyorum. 20 yıldır benle iç içe yaşıyorum ama kendimi tanıyamıyorum ve anlayamıyorum. Bir şeyi istediğimde gerçekten istediğim için mi istiyorum yoksa istemem gerektiğini bildiğim için mi istiyorum bilemiyorum. Bu bulanıklık beni çıldırtıyor. Tam bir şeye karar veriyorum ve dev uyanıp soruyor gerçekten bunu istiyor musun?.. bilmiyorum …bilmiyorum……..kendimi tanımıyorum içimde konuşan ses ben miyim yoksa başkası mı bilmiyorum. Muallak bir geleceğe doğru ilerlemek yorucu. Ya bir gün, yıllarca istediğimi sandığım ve ömrümün en güzel yıllarını ona ulaşmak uğrunda harcadığım şeyin aslında yapmak istediğim şey olmadığını anlarsam. O zaman ne olur? Yıllarca ipine tutunup gittiğim balon bir anda patlayıverirse sahi ne olur? Sanki ne yapmak istediğimi biliyor muyum? Peki bu halde bir şeyler yapmaya devam edebilir miyim? :( Zaman çook hızlı geçiyor. İstanbul!da üçüncü seneye girdik… Artık bir şeyler yapmak zorundayım.
17 Eylül 2008 Çarşamba
Umre Notlar (6)
13.08.08
Çarşamba
Bu sabah güneş üzerimize Kabe’nin karşısından doğdu. Elhamdülillah,
Layık olabilmeyi, hakkıyla yerine getirebilmeyi nasip et Rabbim,
Harem;
Vasıtasız muhataplık mekanı,
Onun evinde misafiriz.
Misafirin duası kabul olur diye bildiğimiz ne varsa istiyoruz.
Rabbena, tegabbel minna!
Amin!
Çarşamba
Bu sabah güneş üzerimize Kabe’nin karşısından doğdu. Elhamdülillah,
Layık olabilmeyi, hakkıyla yerine getirebilmeyi nasip et Rabbim,
Harem;
Vasıtasız muhataplık mekanı,
Onun evinde misafiriz.
Misafirin duası kabul olur diye bildiğimiz ne varsa istiyoruz.
Rabbena, tegabbel minna!
Amin!
Umre Notlar (5)
15.08.08
Yevm-i Cuma
Hira’nın yorgunluğu, şaşkınlığı ve adını bilmediğim ve daha önce hiç yaşamadığım o acayip duygusunun ardından bu mübarek topraklarda bu gece bir ilk yaşandı. Müzdelife’de Turkhis mangal ve piknik. Diyanet hacılarını bu yıl böyle bir jest yaptı ve iki yüzü aşkın insan aynı anda oturduk sofraların başına. Yerlerde uzuuuun uzun sofralar, insanların hep ağlayan gözleri bugün azcık gülüyor ve gök berrak ve açık.
Ümmü’l-Kura hocası konuşuyor:
“ Burası samimiyet yeridir, samimiyetsiz hiçbir davranışı kabul etmez. Burası Allah’ın yeryüzündeki haremidir. Sizi hareminde ağırlıyor. O ev sahibi, siz misafirsiniz. İkramı en bol ve en cömert ev sahibinin evindesiniz. Yağtığı tüm ikramlardan ve verdiği tüm nimetlerden fazlaca yararlanın. Edebinizle bu misafirliği tamamlayın.”
Şimdi otelin civarındayız ve ihramlı çılgın gençleri ve çıkardıkları aciip sesleri seyrediyoruz.
Yevm-i Cuma
Hira’nın yorgunluğu, şaşkınlığı ve adını bilmediğim ve daha önce hiç yaşamadığım o acayip duygusunun ardından bu mübarek topraklarda bu gece bir ilk yaşandı. Müzdelife’de Turkhis mangal ve piknik. Diyanet hacılarını bu yıl böyle bir jest yaptı ve iki yüzü aşkın insan aynı anda oturduk sofraların başına. Yerlerde uzuuuun uzun sofralar, insanların hep ağlayan gözleri bugün azcık gülüyor ve gök berrak ve açık.
Ümmü’l-Kura hocası konuşuyor:
“ Burası samimiyet yeridir, samimiyetsiz hiçbir davranışı kabul etmez. Burası Allah’ın yeryüzündeki haremidir. Sizi hareminde ağırlıyor. O ev sahibi, siz misafirsiniz. İkramı en bol ve en cömert ev sahibinin evindesiniz. Yağtığı tüm ikramlardan ve verdiği tüm nimetlerden fazlaca yararlanın. Edebinizle bu misafirliği tamamlayın.”
Şimdi otelin civarındayız ve ihramlı çılgın gençleri ve çıkardıkları aciip sesleri seyrediyoruz.
Umre Notlar (4)
15.08.08
18:15
Hira Dağı’nın kariısındayım,
Cebrail, ilk bu gökten indi yere,
Çok heybetli, dağ gibi,
Nasıl çıktın ya Nebi! Tek başına, nasıl çıktın geceleri!
…
Oku!
Yaradan Rabbinin adıyla oku!
Subhanallah,
Nasıl dayandın!
Rabbim, yıllar önce Rasulünü burada muhatap alıp vahyini yolladığın gibi, aynı topraklarda, aynı göğün altında benim kalbime de sekinet ve eminlik ver! Amin!
Cebrail’e şahit kayaları seyretmekte gözüm,
Vahye şahit kayaları seyretmekte..
18:15
Hira Dağı’nın kariısındayım,
Cebrail, ilk bu gökten indi yere,
Çok heybetli, dağ gibi,
Nasıl çıktın ya Nebi! Tek başına, nasıl çıktın geceleri!
…
Oku!
Yaradan Rabbinin adıyla oku!
Subhanallah,
Nasıl dayandın!
Rabbim, yıllar önce Rasulünü burada muhatap alıp vahyini yolladığın gibi, aynı topraklarda, aynı göğün altında benim kalbime de sekinet ve eminlik ver! Amin!
Cebrail’e şahit kayaları seyretmekte gözüm,
Vahye şahit kayaları seyretmekte..
Umre Notlar (3)
12.08.08
Cidde’de yeni bir gün doğuyor…
Sabah namazı,
Korkulara son, secde ve huzur.
Koyu, berrak gökyüzü, sessizlik ve hafif sabah esintisi.
Cidde’de bir mescid, Türk Müslümanları ağırladı bu sabah.
Kutsal topraklara ilk ayak basış, korku ile ümit arasında
Cidde’de yeni bir gün doğuyor…
Sabah namazı,
Korkulara son, secde ve huzur.
Koyu, berrak gökyüzü, sessizlik ve hafif sabah esintisi.
Cidde’de bir mescid, Türk Müslümanları ağırladı bu sabah.
Kutsal topraklara ilk ayak basış, korku ile ümit arasında
Umre Notlar (2)
11.08.08
01:20
Mekke Bir Gün Döneceğiz!
Uçaktayız. Bir yığın umre yolcusuyla birlikte, maşukuna kavuşma aşkıyla dünyanın dört bir yanından gelen aşıklar ile…
Ve beyaz…
saf, tertemiz..beyaz aşıklar,
İhramın beyazlığı ve temizliği örttü bir anda hepsinin diğer tüm renklerini.
İhramlı küçük erkek çocukları, babalarının hemen dibinde.
…
Uçak hareket ediyor,
Tam kanadın üstünde, cam kenarındayım. Uçarak geliyorum Rabbim;
Biraz önce niyet ettim.
…
Ve kalkış anı,
Ayaklarımı yerden kesildiğini hissediyorum.
Yeryüzü küçücük, bir anda nasıl bu kadar yükseldik!
Subhanallah!
…..
Bir şimşekle yüzleşmek, ilk defa bu karda yakından.
Gökyüzünü keşfe çıkmış gibi
Yıldızlar yanıbaşımda uzatsam elimi dokunacağım sanki
…
Işıklar yakıldı ve bütün görüntü bozuldu. Artık manzara yok.
Korkmuş suratlar ve çaktırılmayan bir gerginlik..
Tahmini yolculuk süresi 2:30 saat
…
Kur’anlar okunuyor, tekbirler.. telbiyeler..
Sanki Mekke bugün yeniden fethedilmeye gidiliyor,
Yürekler göğüs kafesinden fırlayacak gibi
Gözler yıllarca biriktirdiğini bir anda boşaltmak ister gibi
Ve dualar…
Şu yerden yükselişimiz, hakikaten göğe doğru bir yükseliş olsun rabbim!
01:20
Mekke Bir Gün Döneceğiz!
Uçaktayız. Bir yığın umre yolcusuyla birlikte, maşukuna kavuşma aşkıyla dünyanın dört bir yanından gelen aşıklar ile…
Ve beyaz…
saf, tertemiz..beyaz aşıklar,
İhramın beyazlığı ve temizliği örttü bir anda hepsinin diğer tüm renklerini.
İhramlı küçük erkek çocukları, babalarının hemen dibinde.
…
Uçak hareket ediyor,
Tam kanadın üstünde, cam kenarındayım. Uçarak geliyorum Rabbim;
Biraz önce niyet ettim.
…
Ve kalkış anı,
Ayaklarımı yerden kesildiğini hissediyorum.
Yeryüzü küçücük, bir anda nasıl bu kadar yükseldik!
Subhanallah!
…..
Bir şimşekle yüzleşmek, ilk defa bu karda yakından.
Gökyüzünü keşfe çıkmış gibi
Yıldızlar yanıbaşımda uzatsam elimi dokunacağım sanki
…
Işıklar yakıldı ve bütün görüntü bozuldu. Artık manzara yok.
Korkmuş suratlar ve çaktırılmayan bir gerginlik..
Tahmini yolculuk süresi 2:30 saat
…
Kur’anlar okunuyor, tekbirler.. telbiyeler..
Sanki Mekke bugün yeniden fethedilmeye gidiliyor,
Yürekler göğüs kafesinden fırlayacak gibi
Gözler yıllarca biriktirdiğini bir anda boşaltmak ister gibi
Ve dualar…
Şu yerden yükselişimiz, hakikaten göğe doğru bir yükseliş olsun rabbim!
Umre Notlar (1)
08.08.08
Es-selamu Aleykum;
Uzun soluklu yolculuğun ilk ayağı İstanbul Harem’de başladı. İstikamet Ankara, kısmetse oradan Aksaray. 2 gün dinlenme, hazırlık ve 11.08.08 Pazartesi uçuş… inş.
Ömür yollarda geçiyor. Farklı hedeflere, farklı amaçlarla ve farklı firmalarla aynı olay; yolculuk…yolculuk…
Ama en farklısı bu seferki, her şeyi ile bir ilk. Ankara’ya gidiyorum ve orada babamla buluşup Aksaray’a geçeceğim. Uzun ve yorucu yaz dönemi Arapça eğitiminden sonra -elhamdülillah- tatilimin ilk dakikalarını Malatya Medine Turizm’in tadını çıkararak yaşıyorum :) Nedendir bilmiyorum ama doğuluların arsındayken kendimi huzurlu ve güvende hissediyorum.
Yorucu sınavlar ve derslerden dolayı uzun zamandır Kur’an okuyamıyordum. Şimdi vaktim olunca çıkarıp bir sayfa okudum ve tamamına yakınını anladım. Çok şükür. Bu çok güzel bir duygu. Çok uykum geldi sanırım uyuyacağım. Dün gece sadece dört saat uyudum.
Es-selamu Aleykum;
Uzun soluklu yolculuğun ilk ayağı İstanbul Harem’de başladı. İstikamet Ankara, kısmetse oradan Aksaray. 2 gün dinlenme, hazırlık ve 11.08.08 Pazartesi uçuş… inş.
Ömür yollarda geçiyor. Farklı hedeflere, farklı amaçlarla ve farklı firmalarla aynı olay; yolculuk…yolculuk…
Ama en farklısı bu seferki, her şeyi ile bir ilk. Ankara’ya gidiyorum ve orada babamla buluşup Aksaray’a geçeceğim. Uzun ve yorucu yaz dönemi Arapça eğitiminden sonra -elhamdülillah- tatilimin ilk dakikalarını Malatya Medine Turizm’in tadını çıkararak yaşıyorum :) Nedendir bilmiyorum ama doğuluların arsındayken kendimi huzurlu ve güvende hissediyorum.
Yorucu sınavlar ve derslerden dolayı uzun zamandır Kur’an okuyamıyordum. Şimdi vaktim olunca çıkarıp bir sayfa okudum ve tamamına yakınını anladım. Çok şükür. Bu çok güzel bir duygu. Çok uykum geldi sanırım uyuyacağım. Dün gece sadece dört saat uyudum.
Ramazan İstanbul ve eylül
İstanbul’da oruçtan kurumuş dudaklar şakır şakır yağmur sesleriyle uyandı bir eylül sabahına. Önce koşulup büyük eski valiz açıldı, kahverengi pardesü, kalın çoraplar ve kadim dost mavi hırka merhaba dedi muhabbet kentine. Sonbahar merhaba dedi gönlümün derinliklerine. Deniz mutlu mu acaba, gökyüzü gri mi, sarı yaprakların yuvadan ayrılış vaktidir, kuşlar göç yolunda hazırlıktadır. Onbir ayın sultanı burada,diğer on ayın sultanı eylül de aramızda bir tek annem eksik ve bir de bitter çikolata.
İstanbul’da oruçtan kurumuş dudaklar şakır şakır yağmur sesleriyle uyandı bir eylül sabahına. Önce koşulup büyük eski valiz açıldı, kahverengi pardesü, kalın çoraplar ve kadim dost mavi hırka merhaba dedi muhabbet kentine. Sonbahar merhaba dedi gönlümün derinliklerine. Deniz mutlu mu acaba, gökyüzü gri mi, sarı yaprakların yuvadan ayrılış vaktidir, kuşlar göç yolunda hazırlıktadır. Onbir ayın sultanı burada,diğer on ayın sultanı eylül de aramızda bir tek annem eksik ve bir de bitter çikolata.
soru işareti
Tırnakları ısırmak ağlamayı önler mi?
Ağlarken dudaklar niye titrer ki?
Ramazanda dükkanlar neden erken kapanır?
İstanbul’da hiç mi bitter çukulata kalmadı sanki?
Hem ağlamak utanılacak bir şey değil ki!
Neden her işimizi kendimizin yapmak zorundayız?
Kimseden kimseye faydanın olmadığı gün bugün mü yoksa?
Gözyaşı neden tuzlu?
Yazmak konuşmak yerine geçer mi?
Konuşmak neye yarar ki?
Neden annem yanımda değil?
Neden annem yanımda değil?
İstanbul’da Eylül’ü çok seviyorum,Neden sonbahar bu kadar güzel ve acı?
Her ağladığımda burnum akmak zorunda mı?
Rüzgar annemin saçlarını da böyle okşamış mıdır hiç?
Rüzgar saçları hep anne gibi mi okşar?
Bu gece İstanbul’da kimler ağlıyor acaba?
Rüzgar ağlıyor, ben ağlıyorumYağmur ağlıyor, ben ağlıyorum
10 Eylül 2008
22:29
Ağlarken dudaklar niye titrer ki?
Ramazanda dükkanlar neden erken kapanır?
İstanbul’da hiç mi bitter çukulata kalmadı sanki?
Hem ağlamak utanılacak bir şey değil ki!
Neden her işimizi kendimizin yapmak zorundayız?
Kimseden kimseye faydanın olmadığı gün bugün mü yoksa?
Gözyaşı neden tuzlu?
Yazmak konuşmak yerine geçer mi?
Konuşmak neye yarar ki?
Neden annem yanımda değil?
Neden annem yanımda değil?
İstanbul’da Eylül’ü çok seviyorum,Neden sonbahar bu kadar güzel ve acı?
Her ağladığımda burnum akmak zorunda mı?
Rüzgar annemin saçlarını da böyle okşamış mıdır hiç?
Rüzgar saçları hep anne gibi mi okşar?
Bu gece İstanbul’da kimler ağlıyor acaba?
Rüzgar ağlıyor, ben ağlıyorumYağmur ağlıyor, ben ağlıyorum
10 Eylül 2008
22:29
İstanbul'da Ramazan

Çok şükür Allah’ım;
İstanbulda Ramazan; Ramazanda İstanbul
Düşler ötesi...Gökyüzü oruç, deniz oruç;
İnsanlar oruç değiller; ama olsun şehir oruç ve kıpır kıpır
Her yanda bir koşuşturma ve heyecan,
Vapur tıklım tıklım, deniz coşkulu,
Uzun pide kuyruklarının önünden sessizce geçiş ve susam kokusu...
Sultan Ahmet Meydanı panayır yeri
Sanki Ramaznı değil, bayramı yaşar gibi
Dolup taşmış Sultan Ahmet, fazla konukları çimler ağırlıyor
Çok mutluyum , şükrediyorum ama sanki içimde birileri ağlıyor.
Gökyüzü kararmakta, gözler semada ve bekleyiş anı...
İşte sessizlik, bir an sanki bütün şehir sustu.
İşte sessizlik, bir an sanki bütün şehir sustu.
Sultan Ahmet’te yandı şerefeler,
Dualar kabul makamında
Onca güzel İstanbulluyla birlikte açıldı oruçlar, medine’den alına hurmalarla
Ve dualar,dualar…
Bu semanın altında bu atmosferi yaşamak ne mutluluk verici
Hamd olsun, hamd olsun.
03 Eylül 2008
X...

Siyah ve beyaz
Ve bu iki zıtlığın doğurduğu bilinemezlik X,
X bir siyah, hem de beyazların içinde
Önceleri bilemiyor X,
siyahlığı koyuluğundan aldığı güçle beyazın üstüne örtmek gerekir diyor.
Çünkü dünyasında sevilen, tercih edilen, değerli olan hep beyaz olmuştur. Ve o büyük beyazların arasında siyah bir nokta olarak hep uyumu bozmuştur. X buna kızıyor ve siyahı üzerine örtülen beyazın altından kurtarmaya çalışıyor.
Sonra bir gün siyah ve beyazın muazzam bir ahenk içinde bir merkeze doğru aktığını görüyor. Bir merkez ki orada ne siyah siyah gibi ne beyaz beyaz gibi. Yani aslına ateşin de suyunda özünün (hidrojen ve oksijen) aynı olduğunu fark ediyor. Gerçekte siyahın da beyazın da sanıldığı gibi birer renk olmadığını görüyor.
Beyaz ufuklar açılıyor siyah X’in zihninde ve X artık yeni anlamlar kazanıyor ve bilinebilir oluyor. Ve tüm X’lerin aydınlatmak için çıkıyor yola. Beyazın tam da ortasında büyüyen bu siyah nokta can sıkmaya başlıyor ve büyük beyazlar onu sonsuza dek siliyorlar.
KADIN VE ÇALIŞMAK

Benden iki yaş küçük aynı okulu paylaştığım bir arkadaşımla kadının çalışması meselesi üzerine konuştuk bugün. Babası doktor ve annesi diş hekimi. Ben genellikle kadının asli görevleri ve tali görevler arasındaki ayırımı iyi yapmanın ve hayatı bu ayrımı baz alarak şekillendirmenin önemi üzerinde durdum. Kadınlar aslında kendilerine ait olmayan sorumlulukları toplumun da etkisinde kalarak asli görevleriymiş gibi üstleniyorlar ve bütün enerji ve zamanlarını bunlara ayırmaktan asıl yapılması gerekenleri ihmal ediyorlar dedim. O, asıl yapılması gerekenin ne olduğunu ve bu sonuca nasıl ulaştığımı sordu.
Dedim ki: Allah’ın kadına ve erkeğe verdiği görevler farklı farklıdır. Temelde düzenin sağlanabilmesi ve sağlıklı ailelerin oluşabilmesi için herkesin kendi görevin, en iyi şekilde yapması gerekir. Bu bütün kurumlarda böyledir. Allah’ın Kur’an‘da kadın ve erkeğe biçtiği rollere bakarsak görürüz ki Allah erkekleri fiziki koşullara daha dayanıklı, daha soğukkanlı, daha dirayetli …vb. özelliklerle donatmış ve bunun sonucu olarak da erkeğe dışarıda çalışıp evin geçimini sağlamak için gerekli geliri temin etme sorumluluğunu vermiştir.(Kadın ve erkek bütün mü’minlerin yapmak zorunda oldukları tebliğ,okumak, ilim.. gibi ortak sorumluluklara ek olarak). Kadınları ise daha merhametli, daha yumuşak, el becerileri daha iyi…vb. özelliklerle donatmış ve bunun sonucu olarak da kadına aile içi düzeni sağlama, evin işleriyle meşgul olma ve yeni nesli yetiştirme gibi çok önemli görevler vermiştir. Fakat bugün kadınlar gönüllü olarak kendilerine ait olmayan sorumlulukların altına giriyorlar ve asıl görevlerini göz ardı edebiliyorlar ya da tali unsurların peşinde koşmaktan asıl işlerini yapmaya ayıracak vakit ve enerji bulamıyorlar. Hem yorucu iş ortamında çalışıp, hem anne olmanın, hem eş olmanın, hem ilmle uğraşmanın yorgunluğuyla kadın, birazda son dönem söylemlerinin etkisinde kalarak özgürleşmek adına kendi eliyle kendini sisteme köle ediyor, dedim.
Arkadaşım dinledi ve dedi ki: “Peki ya eğer kadın bütün bunların farkındaysa ve gerçekten çalışmak zorundaysa ne yapmalı? Biz yedi kişilik bir aileyiz kardeşlerimin ve benim okul masraflarımı ve ailenin tüm ihtiyaçlarını karşılamaya babamın maaşı yetmiyor ve annem çalışmak zorunda. Özel hastanede çalıştığı için babamdan daha fazla mesai yapıyor ve diş hekimi olduğu için tüm gün ayakta çalışıyor. Buna rağmen eve geldiğinde tüm evin işlerini yapıyor ve kardeşlerimle ilgilenmeye çalışıyor. İki yılda çöktü annem, bir gün yığılıp kalacak diye çok korkuyorum. Onun çalışmasını istemediğim için kaç defa işe gitmesin diye ağladım. Gelir sorunumuz olmasa O da kesinlikle çalışmak istemediğini söylüyor. Babam aslında çok anlayışlı, hiç despot olmayan bir adamdır. Annemin ondan daha çok yorulduğunu ve çalışmak zorunda olduğunu biliyor ama ev işlerinde anneme hiç yardım etmiyor. Babamın daha bir kere dahi bulaşık yıkadığını görmedim. Annem babamın sorumluluğu olan geçim konusunda onun yükünün yarısını üstleniyor fakat babam, ev işleri yapmanın yalnızca annemin görevi olduğu kanaatinde. Gerçek hayatta her şey söylediğin gibi değil Esranur abla, pek çok kadın gerçekten mecbur olduğu için çalışmak zorunda.
”Hakılsın dedim. Beklide annelerin çalışmadığı ortamlarda büyüdüğümüz ve gözlemlerimizi bu çevrede yaptığımız için vakıanın bu yönünü kaçırmışız. Peki dedi o halde şimdi annem çalışmak uğruna asli görevlerini göz ardı eden sistemin de aslında tam da oluşturmak istediği kadın tipine örnek mi teşkil ediyor?
Dedim ki: Allah’ın kadına ve erkeğe verdiği görevler farklı farklıdır. Temelde düzenin sağlanabilmesi ve sağlıklı ailelerin oluşabilmesi için herkesin kendi görevin, en iyi şekilde yapması gerekir. Bu bütün kurumlarda böyledir. Allah’ın Kur’an‘da kadın ve erkeğe biçtiği rollere bakarsak görürüz ki Allah erkekleri fiziki koşullara daha dayanıklı, daha soğukkanlı, daha dirayetli …vb. özelliklerle donatmış ve bunun sonucu olarak da erkeğe dışarıda çalışıp evin geçimini sağlamak için gerekli geliri temin etme sorumluluğunu vermiştir.(Kadın ve erkek bütün mü’minlerin yapmak zorunda oldukları tebliğ,okumak, ilim.. gibi ortak sorumluluklara ek olarak). Kadınları ise daha merhametli, daha yumuşak, el becerileri daha iyi…vb. özelliklerle donatmış ve bunun sonucu olarak da kadına aile içi düzeni sağlama, evin işleriyle meşgul olma ve yeni nesli yetiştirme gibi çok önemli görevler vermiştir. Fakat bugün kadınlar gönüllü olarak kendilerine ait olmayan sorumlulukların altına giriyorlar ve asıl görevlerini göz ardı edebiliyorlar ya da tali unsurların peşinde koşmaktan asıl işlerini yapmaya ayıracak vakit ve enerji bulamıyorlar. Hem yorucu iş ortamında çalışıp, hem anne olmanın, hem eş olmanın, hem ilmle uğraşmanın yorgunluğuyla kadın, birazda son dönem söylemlerinin etkisinde kalarak özgürleşmek adına kendi eliyle kendini sisteme köle ediyor, dedim.
Arkadaşım dinledi ve dedi ki: “Peki ya eğer kadın bütün bunların farkındaysa ve gerçekten çalışmak zorundaysa ne yapmalı? Biz yedi kişilik bir aileyiz kardeşlerimin ve benim okul masraflarımı ve ailenin tüm ihtiyaçlarını karşılamaya babamın maaşı yetmiyor ve annem çalışmak zorunda. Özel hastanede çalıştığı için babamdan daha fazla mesai yapıyor ve diş hekimi olduğu için tüm gün ayakta çalışıyor. Buna rağmen eve geldiğinde tüm evin işlerini yapıyor ve kardeşlerimle ilgilenmeye çalışıyor. İki yılda çöktü annem, bir gün yığılıp kalacak diye çok korkuyorum. Onun çalışmasını istemediğim için kaç defa işe gitmesin diye ağladım. Gelir sorunumuz olmasa O da kesinlikle çalışmak istemediğini söylüyor. Babam aslında çok anlayışlı, hiç despot olmayan bir adamdır. Annemin ondan daha çok yorulduğunu ve çalışmak zorunda olduğunu biliyor ama ev işlerinde anneme hiç yardım etmiyor. Babamın daha bir kere dahi bulaşık yıkadığını görmedim. Annem babamın sorumluluğu olan geçim konusunda onun yükünün yarısını üstleniyor fakat babam, ev işleri yapmanın yalnızca annemin görevi olduğu kanaatinde. Gerçek hayatta her şey söylediğin gibi değil Esranur abla, pek çok kadın gerçekten mecbur olduğu için çalışmak zorunda.
”Hakılsın dedim. Beklide annelerin çalışmadığı ortamlarda büyüdüğümüz ve gözlemlerimizi bu çevrede yaptığımız için vakıanın bu yönünü kaçırmışız. Peki dedi o halde şimdi annem çalışmak uğruna asli görevlerini göz ardı eden sistemin de aslında tam da oluşturmak istediği kadın tipine örnek mi teşkil ediyor?
Durum şu ki Allah’ın yüklediği sorumluluklar ile bu çağda ve toplumda yaşamanın verdiği “zorunluluklar” çatışır durumda. Kadını özgürleştirmek ve hak ettiği gerçek yere oturtmak için yapılanlar düşünmeden bu zorunlulukları kadını üzerine yükledi de yükledi. Modern dönem müslüman kadını tam bir kıskaç altında şimdi. Bir dönem dışarı çıkmanın yolarını arayan kadın, şimdi istese de eve dönemiyor. Erkekler için sorun yok; çünkü onlar her zamanki fetva makamından seyir halindeler. Halbuki kadının bu noktaya getirilmesindeki etkin konumları bu durumun giderilmesinde de etkili olabilir.
Öncelikle erkekler ailenin geçiminden yalnızca kendilerinin sorumlu olduğunu, kadının bu konuda hiçbir zorunluluğunun olmadığını, eğer kadın çalışıyorsa erkeğin yükünü paylaştığını ve dengenin korunabilmesi için onun da kadının görevlerini paylaşması gerektiğini kabul etmeliler. Erkekler kadınların çalışmak zorunda olduklarını düşündüklerinden (bazı kadınlar da öyle olduğunu sanır) sanki kadın, olması gerekeni yapıyormuş gibi kendilerini ona yardım etmek zorunda hissetmezler. Örneğin canım arkadaşım senin babanın durumu da böyle; annenin ne kadar çalıştığını ve yorulduğunu bildiği halde –yumuşak huylu bir insan olmasına rağmen- eve geldiğinde yemek ve ev işleri yapmanın onun görevi olduğunu düşünüyor. Eğer annenin çalışmasını eşinin kendi yükünü hafifletme çabası olarak yorumlasaydı/algılasaydı o da annenin işlerine yardım etmede kendini zorunlu hissedebilirdi. Ya da en azından bu konuda ona bir yardımcı temin ederdi.
Her zaman olduğu gibi mesele yine zihniyet meselesi. Belki doğru anlayışı zihinlere yerleştirebilirsek çağımızda müslüman kadın olarak yaşamak daha da kolaylaşabilir. Bu bilinci uyandırabilmek için öncelikle bizim günümüz kadınına -kendisi hiç farklında olmadan- dayatılan özgürlük, eşitlik, feminizm, hakkını arama, modern toplumda yerini alma… vb. safsata söylemlerin etkisinden kendimizi korumamız gerekir. Çünkü biz Kur’an’dan ve Asr-ı Saadetten biliyoruz ki kadına hak ettiği değeri ve özgürlüğü –sırtından bir çıkar sağlama amacı gütmeden- gerçek manada veren tek sistem doğru anlaşılmış bir islamdır.Rabbim uyanık olmayı, uyanık kalmayı ve baş edebilmeyi nasip etsin!
27.06.08
Esranur DENİZ.
DONDURMA VE İĞRENÇ

İğrenç ve dondurma arsında çok can yakıcı bir ilişki söz konusu şu son günlerde. Birinin olması diğerinin olmamasına bağlı,
Amaç: İğrençlerden kurtulup, sınırsız dondurma yiyebilmek,
Sonuç: Üç gündür dondurma yemiyorum.
Acı Gerçek:(Biliyorum yarın da dondurma yiyemiycem ama) Bazı şeyler gerçekten iğrenç
Son Söz: İnanıyorum bir gün olacak! :)
Futbol'a Dair..!
Büyük bir Tağut!.. Ve milyonlarca kölesi. İnsanlar şuursuz, duygusuz. Sanki beyinleri hipnoz altında. Aynı anda milyonların kalbi güp güp atıyor. Türkiye!nin ve dünyanın dört bir yanında binlerce insan aynı anda hoplayıp çığlık atıyor. Kendilerine zerre karda faydası olmayan anlık mutluluğu tadıyorlar.
Yığınlar şuursuz ve duygusuz. Kaybedenin yaşadığı büyük yıkım diğerlerinin hiç mi hiç umrunda değil. Birileri diğerlerinin hüngür hüngür ağlamasından mutlu oluyor. Bir grubun başarısı, diğer grubun başarısızlığına bağlı.
Maç bitiyor -aslında hiçbir şey kazanmayıp aksine şuurunu yitiren – kullar! Tağutuna karşı görevini yapmanın mutluluğunu yaşar bir halde televizyonu kapatıyorlar. Birilerinin sırtından sadece birileri kazanıyor. Evet bu onların zaferi. Ama (güya) kazanan Türkiye. Bu Türkiye’nin zaferi.
İşte böyle alıştırılıyoruz bencilliğe ve tek yönlü düşünmeye. ‘Ben de başarılı olayım, arkadaşım da başarılı olsun diyebilmekten’ böyle uzaklaştırılıyoruz. “Kişi kendi için istediğini başkası için istemedikçe olgun mü’min olamaz.” diyor oysa Peygamber. Rasulun ilkelerine değil de o büyük tağutun koyduğu (futbol) ilkelere tâbi iseniz bu mümkün değil.Kendi takımınız için istediğiniz başarıyı rakip takım için isteyemezsiniz.
Sonra zamanla okuldaki başarınızı sıra arkadaşınızın başarısızlığında ararsınız. Ya da işinizde terfi etmeyi diğer elemanların başarısızlıklarına bağlarsınız. Böylece onların mutlu ve başarılı olmaları sizi rahatsız etmeye başlar. Önce onlar için dua etmeyi bırakırsınız, sonra da başarısızlıkları için dua etmeye başlarsınız. Çünkü sizin için bu gereklidir.Allah’ın hazinesinin genişliği çıkıverir aklınızdan; çünkü aklınız (etkisi altında olduğu fikirler dolayısıyla) artık onu anlayacak kadar geniş değildir. Çünkü artık merkeze yavaş yavaş beni oturtmaya başlamışsınızdır.
Ne yani, bütün bunlara izlediğimiz birkaç masum (!) maç mı sebep oluyor diyeceksiniz. Sebep oldukları sadece bu kadarla kalsa iyi. Aynı zamanda insanda tek bir sonuca ve hedefe odaklanan ve onun dışında hiçbir iyi sonuçtan mutlu olamayan, tek yönlü düşünen zihin yapısının oluşumuna sebep oluyor. Önünüze mutlu sona ulaşabilmek için tek b,ir hedef konuyor: yenmek. Daha iyi,daha kaliteli ya da daha ilkeli oynamanızın bir önemi yok. Önemli olan tek şey sonuç. Ve sonuç istediğniz yönde değilse ne kadar iyi oynamış olusanız olun bu gir yenilgidir! Zihin bu sistemde çalışmaya başlayınca bir süre sonra hayata da bu şekilde bakılmaya başlanıyor. Ve maalesef pek çok insan önüne konulan tek önemli hedefe ulaşamamanın hayatın sonu olduğunu düşünüyor.ÖSS’yi kazanamadım diye intihar eden, sevdiği kızı alamayınca canına kıyan insanların yakın tarihte yaşanan pek çok acı örnekleri hafızamızdadır. Yani böylece alternatif düşünebilme bir şekilde hayatınızdan çıkarılıyor. Bu durumun toplumda sitresi, mutsuzluğu ve giderek artan şiddeti körüklediği aşikardır.
Ve ülkemin masum insanları zafer sarhoşluğundan bir türlü ayılamayıp, kendilerine yapılandan bîhaber, şu anda Türkiye’nin bu büyük zaferini kutlamak içinyollara dökülmüş durumdalar.
Bu zaferler ki aslında en büyük mağlıbiyettir,
Ortaya konan şuur, kazanan da kaybeden de yeniktir.
Esranur DENİZ.
21,06,08
02,31
Yığınlar şuursuz ve duygusuz. Kaybedenin yaşadığı büyük yıkım diğerlerinin hiç mi hiç umrunda değil. Birileri diğerlerinin hüngür hüngür ağlamasından mutlu oluyor. Bir grubun başarısı, diğer grubun başarısızlığına bağlı.
Maç bitiyor -aslında hiçbir şey kazanmayıp aksine şuurunu yitiren – kullar! Tağutuna karşı görevini yapmanın mutluluğunu yaşar bir halde televizyonu kapatıyorlar. Birilerinin sırtından sadece birileri kazanıyor. Evet bu onların zaferi. Ama (güya) kazanan Türkiye. Bu Türkiye’nin zaferi.
İşte böyle alıştırılıyoruz bencilliğe ve tek yönlü düşünmeye. ‘Ben de başarılı olayım, arkadaşım da başarılı olsun diyebilmekten’ böyle uzaklaştırılıyoruz. “Kişi kendi için istediğini başkası için istemedikçe olgun mü’min olamaz.” diyor oysa Peygamber. Rasulun ilkelerine değil de o büyük tağutun koyduğu (futbol) ilkelere tâbi iseniz bu mümkün değil.Kendi takımınız için istediğiniz başarıyı rakip takım için isteyemezsiniz.
Sonra zamanla okuldaki başarınızı sıra arkadaşınızın başarısızlığında ararsınız. Ya da işinizde terfi etmeyi diğer elemanların başarısızlıklarına bağlarsınız. Böylece onların mutlu ve başarılı olmaları sizi rahatsız etmeye başlar. Önce onlar için dua etmeyi bırakırsınız, sonra da başarısızlıkları için dua etmeye başlarsınız. Çünkü sizin için bu gereklidir.Allah’ın hazinesinin genişliği çıkıverir aklınızdan; çünkü aklınız (etkisi altında olduğu fikirler dolayısıyla) artık onu anlayacak kadar geniş değildir. Çünkü artık merkeze yavaş yavaş beni oturtmaya başlamışsınızdır.
Ne yani, bütün bunlara izlediğimiz birkaç masum (!) maç mı sebep oluyor diyeceksiniz. Sebep oldukları sadece bu kadarla kalsa iyi. Aynı zamanda insanda tek bir sonuca ve hedefe odaklanan ve onun dışında hiçbir iyi sonuçtan mutlu olamayan, tek yönlü düşünen zihin yapısının oluşumuna sebep oluyor. Önünüze mutlu sona ulaşabilmek için tek b,ir hedef konuyor: yenmek. Daha iyi,daha kaliteli ya da daha ilkeli oynamanızın bir önemi yok. Önemli olan tek şey sonuç. Ve sonuç istediğniz yönde değilse ne kadar iyi oynamış olusanız olun bu gir yenilgidir! Zihin bu sistemde çalışmaya başlayınca bir süre sonra hayata da bu şekilde bakılmaya başlanıyor. Ve maalesef pek çok insan önüne konulan tek önemli hedefe ulaşamamanın hayatın sonu olduğunu düşünüyor.ÖSS’yi kazanamadım diye intihar eden, sevdiği kızı alamayınca canına kıyan insanların yakın tarihte yaşanan pek çok acı örnekleri hafızamızdadır. Yani böylece alternatif düşünebilme bir şekilde hayatınızdan çıkarılıyor. Bu durumun toplumda sitresi, mutsuzluğu ve giderek artan şiddeti körüklediği aşikardır.
Ve ülkemin masum insanları zafer sarhoşluğundan bir türlü ayılamayıp, kendilerine yapılandan bîhaber, şu anda Türkiye’nin bu büyük zaferini kutlamak içinyollara dökülmüş durumdalar.
Bu zaferler ki aslında en büyük mağlıbiyettir,
Ortaya konan şuur, kazanan da kaybeden de yeniktir.
Esranur DENİZ.
21,06,08
02,31
Makale Mi? Erik Suyu Mu? :)
Çalışıyorum, çalışıyorum, çalışıyorum… Başladığım noktaya kat ettiğim ve edemediğim mesafeye bakıyorum. Başladığım noktadan ne kadar uzağım ve bu uzaklaşma varmak istediğim hedefe doğru mu, yoksa başka bir yöne mi diye durup bir bakıyorum.Geleceğe bakıp bir şey görmek imkânsız, ben bu yüzden sık sık geçmişe ve bugüne bakıyorum. Ne yapıyorum ben Allah’ım diyorum. Amaçlarımı ve araçlarımı sorguluyorum. Amaçlar doğru gibi görünüyor peki ya araçlar? Ya bu araç beni o yola götürmezse ya da aslında olmam gereken araçta değil de yanlış araçta, farkında olmadan yanlış amaca doğru ilerliyorsam diye tereddüt ediyorum. Ve bütün olmak zorunda olduklarımızın hep bir arada olduğu yeni bir şey olmalıyız biz diyorum.
Aslında mutluluk verici olan bir şeyler üretebilmek, evet kesinlikle bu. Sürekli tüketen varlıklar olduğumuz için azıcık bir şey üretmek günah çıkarmak gibi oluyor. Üretmek, üretmek, üretmek….. evet, kesinlikle ihtiyacımız olan şey bu. Düşünüyorum da bir makale yazmak mı daha mutlu eder insanı? Yoksa yenmeyen ekşi erikleri bozulmasın diye kaynatıp erik suyu yapmak mı?
Aslında cevap basit; makale yazarken yorulduğunda mola verip şerbet yapmak ve sonraki molalarda serin serin içmek.Evet bizim olayımız bu! :)19.06.080:52
Aslında mutluluk verici olan bir şeyler üretebilmek, evet kesinlikle bu. Sürekli tüketen varlıklar olduğumuz için azıcık bir şey üretmek günah çıkarmak gibi oluyor. Üretmek, üretmek, üretmek….. evet, kesinlikle ihtiyacımız olan şey bu. Düşünüyorum da bir makale yazmak mı daha mutlu eder insanı? Yoksa yenmeyen ekşi erikleri bozulmasın diye kaynatıp erik suyu yapmak mı?
Aslında cevap basit; makale yazarken yorulduğunda mola verip şerbet yapmak ve sonraki molalarda serin serin içmek.Evet bizim olayımız bu! :)19.06.080:52
Ölüm...
Ölüm her an kapımızda,
Kimine yokluğu getirir, kimine varlığı;
Bir gün "şimdi" diyecekler, aralayıp kapıyı girecek,
Ve sonsuza dek kapatıp gidecek.
Gökkubbe altında hoş bir sada kalacak mı arkamızdan bilinmez
Yoksa ne diye bu uzun yolculuğumuz? Bitmez...Tükenmez....
Kimine yokluğu getirir, kimine varlığı;
Bir gün "şimdi" diyecekler, aralayıp kapıyı girecek,
Ve sonsuza dek kapatıp gidecek.
Gökkubbe altında hoş bir sada kalacak mı arkamızdan bilinmez
Yoksa ne diye bu uzun yolculuğumuz? Bitmez...Tükenmez....
15 Eylül 2008 Pazartesi
Medrse Duvarı..
Atik Valide sanki cennetin varlığına ispat olsun diye yeryüzünde bir bahçe. Eski medrese duvarları arasında masmavi gökyüzü.. Şarkı söyleyen kuşlar, bir yudumu bir ömürlük çay... Ve omuzlarında ilmi taşıyan taşlar. Bu bahçe içerisinde dört duvar arasındayım. Üzerimde minik bir kubbe, sol yanımda artık kullanılmayan eski şömüne... Ve duvarların şahit bakışları. Loş ışık, kuş ve ney sesleri. Başımı yanımdaki duvara dayıyorum. Bir an durup düşünüyorum da, keşke başımı yasladığım şu soğuk medrese duvarı konuşsa benimle. Anlatsa yıllarca burada nelere şahit olduğunu. Hangi telebenin hangi hocadan ders aldığını, ilim uğruna verilen çabaları...
Hareketsizliği anlatsa bana,herşeyin dönüp durduğu, akıp gittiği evrende yıllarca olduğu yerde sabit kalabilmenin sırrını anlatsa...Belki de tepkisizliktir bu sır. Gözleri önünde gerçekleşen hiç müdahale etmemektir. Sükunetle seyredip geçmesini beklemektir. belki de çok istediği halde gördüğü yanlışları düzeltememektir. Ya da belki bir duvar gibi soğuk ve kayıtsız olmaktır. Hiçbir şeye etki edememekten üzülüyor mudur acaba? Şu anda bunları düşündüğümü ve yazdığımı görüyor. Belki çok cevap vermek istiyordur.
Ne mutlu bu medrese duvarına, pek çok isteklerini rağmen Hakk'ın onu yarattığı minval üzere kalabiliyor. Sükut ve sebatla bekliyor. Belki de bu yaşadığı, hareketsizliğin huzurudur. Ve bundan böyle medrese duvarları benim çok yakın dostumdur!
Valide Atik
12.06.08
13:50
Hareketsizliği anlatsa bana,herşeyin dönüp durduğu, akıp gittiği evrende yıllarca olduğu yerde sabit kalabilmenin sırrını anlatsa...Belki de tepkisizliktir bu sır. Gözleri önünde gerçekleşen hiç müdahale etmemektir. Sükunetle seyredip geçmesini beklemektir. belki de çok istediği halde gördüğü yanlışları düzeltememektir. Ya da belki bir duvar gibi soğuk ve kayıtsız olmaktır. Hiçbir şeye etki edememekten üzülüyor mudur acaba? Şu anda bunları düşündüğümü ve yazdığımı görüyor. Belki çok cevap vermek istiyordur.
Ne mutlu bu medrese duvarına, pek çok isteklerini rağmen Hakk'ın onu yarattığı minval üzere kalabiliyor. Sükut ve sebatla bekliyor. Belki de bu yaşadığı, hareketsizliğin huzurudur. Ve bundan böyle medrese duvarları benim çok yakın dostumdur!
Valide Atik
12.06.08
13:50
Karşısa Bir Cumartesi
Süleymaniye'de kıldım öğle namazını. Çıktım, sessizce usul usul boş sokakalarda yürüdüm. Bugün Cumartesi ama arka sokaklarda dükkanlar kapalı. Ortalıkta kimsecikler yok. Gökyüzü gri, yağmur yağmak istiyor ama bulutlar bırakmıyor sanki. Biraz ilerleyip dönüyorum; köşedeki Kuru Fasülyeci yine dopdolu. İlginç değil mi Cumartesi günü kurufasulye yemek için buraya geliyorlar.
Ve Betül Abla da geldi. Fotoğraf makinesi yine yanında . Kaldırımda sohbet ederek ilerliyoruz. Arada bir duruyoruz, Betül Abla ilginç pozlar yakalıyor sonra devam ediyoruz. Adını bilmediğimiz ağaçların kokuları o kadar güzel ki Betül Abla eski anılarını hatırlıyor. Anlatıyor da anlatıyor... Arada bir sempozyum kunusunun ortaya sıkıştırıp bilim ahlakı üzerine sorular soruyor. Biz sohbete devam ederken sağda bir mezar bize bakıyor. Koskoca Süleymaniye Küliyesi içinde küçük bir yapı. Küçük ve sessiz bir türbe yanına çağırıyor bizi... Yaklaşınca anlıyoruz ki Koca Sinan dua istiyor bizden. Açıp elleri yolluyoruz fatihaları ruhuna.
Biraz ileride bir Lale Bahçesi. Evet şehrin ortasında bir lalae bahçesi. Girelim diyor Betül Abla. Kacaman ağaçların altında küçük bir masa seçiyoruz kendimize. Ve çifter çifter geliyor elma çayları... Lale bahçesi ve elma çayları... İatanbul'u yarattığı için ikimiz de ona teşekkür ediyoruz.
Muhabbet koyu olunca zaman su gibi akıyor. Evet gerçekten zaman hep su gibi akıyor ; kendi yolunda, sessiz sedasız ve bizim verdiğimiz şekli alarak. Zaman gerçekten su gibi akıyor. Bir bakıyoruz saat beş.Eyvah! diyor Betül Abla, konferansa geç kaldık. Son yudumları alel acele çekiyoruz. Sonra ver elini BSV.
Burda ayrı bir dünyanın kapıları açılıyor karşımıza. Konu: Klasikten modern döneme geçişte Fıkıh tasavvuru. Konuşmacılar Sami ERDEM ve Eyüb Said KAYA. Dinleyiciler, bir salon dolusu bilgi yumağı insan. Sesizce girip bir kenara oturuyoruz ve eller hemen kağıt kaleme gidiyor. Sorular.. sorular.. sorular.... Tam bir beyin fırtınası. Sorunlar masaya yatırılıyor, çözümler üretiliyor, yöntemler belirleniyor. Hiçbirini kaçırmamak için son sürat yazıyorum. Kolum ağrımaya başladı. Betül Abla da ses kaydı alıyor.
Bir kez daha anlıyorum ki yolumuz çok uzun ve işimiz çok zor. Ve üzerimizde kaçamayacağımız bir sorumluluk var.Dua ederek dönüyoruz yurda doğru: Allahım bu yolda bize güç, kuvvet ver, işimizi kolaylaştır ve bizi koru!
07.06.08
Ve Betül Abla da geldi. Fotoğraf makinesi yine yanında . Kaldırımda sohbet ederek ilerliyoruz. Arada bir duruyoruz, Betül Abla ilginç pozlar yakalıyor sonra devam ediyoruz. Adını bilmediğimiz ağaçların kokuları o kadar güzel ki Betül Abla eski anılarını hatırlıyor. Anlatıyor da anlatıyor... Arada bir sempozyum kunusunun ortaya sıkıştırıp bilim ahlakı üzerine sorular soruyor. Biz sohbete devam ederken sağda bir mezar bize bakıyor. Koskoca Süleymaniye Küliyesi içinde küçük bir yapı. Küçük ve sessiz bir türbe yanına çağırıyor bizi... Yaklaşınca anlıyoruz ki Koca Sinan dua istiyor bizden. Açıp elleri yolluyoruz fatihaları ruhuna.
Biraz ileride bir Lale Bahçesi. Evet şehrin ortasında bir lalae bahçesi. Girelim diyor Betül Abla. Kacaman ağaçların altında küçük bir masa seçiyoruz kendimize. Ve çifter çifter geliyor elma çayları... Lale bahçesi ve elma çayları... İatanbul'u yarattığı için ikimiz de ona teşekkür ediyoruz.
Muhabbet koyu olunca zaman su gibi akıyor. Evet gerçekten zaman hep su gibi akıyor ; kendi yolunda, sessiz sedasız ve bizim verdiğimiz şekli alarak. Zaman gerçekten su gibi akıyor. Bir bakıyoruz saat beş.Eyvah! diyor Betül Abla, konferansa geç kaldık. Son yudumları alel acele çekiyoruz. Sonra ver elini BSV.
Burda ayrı bir dünyanın kapıları açılıyor karşımıza. Konu: Klasikten modern döneme geçişte Fıkıh tasavvuru. Konuşmacılar Sami ERDEM ve Eyüb Said KAYA. Dinleyiciler, bir salon dolusu bilgi yumağı insan. Sesizce girip bir kenara oturuyoruz ve eller hemen kağıt kaleme gidiyor. Sorular.. sorular.. sorular.... Tam bir beyin fırtınası. Sorunlar masaya yatırılıyor, çözümler üretiliyor, yöntemler belirleniyor. Hiçbirini kaçırmamak için son sürat yazıyorum. Kolum ağrımaya başladı. Betül Abla da ses kaydı alıyor.
Bir kez daha anlıyorum ki yolumuz çok uzun ve işimiz çok zor. Ve üzerimizde kaçamayacağımız bir sorumluluk var.Dua ederek dönüyoruz yurda doğru: Allahım bu yolda bize güç, kuvvet ver, işimizi kolaylaştır ve bizi koru!
07.06.08
YAĞMUR
Bir gece vakti Üsküdar'da rahmetin yeryüzüne inişini seyrederken anladım ki ben hiç İstanbullu olmamışım. Lise arkadaşlarımla çılgınca yağan yağmurda Fatih'ten Eminönü'ne hiç yürümedim. Hiç okuldan kaçıp Çamlıca'da yağmuru seyretmedim. Annem ekmek almaya yolladığında aniden bastıran yağmura uyup sahile inip ekmeği unuttuğum olmadı hiç...
Ya da yağmurdan kaçıp Üsküdar'ın mor salkımları altına da sığınmadım. Sığınmazdım belkide iliklerime kadar ıslanmak isterdim.Çünkü;İstanbul'da yağmur aşktır! Küçük bir pencereden binalar arasındaki sokaka lambasının ışığında parıldayan tanelerin inci gibi süzülüşünü yarın Arapça sınavı yokmuş gibi umursamadan saatlerce izlemektir.
İstanbul'da yağmur, yalnız bir kızın karanlık odasında rahmete susamış ruhunun bir kaç satır karalamasıdır.Camdan sızan damlalar kağıdını ve altındaki Kur'an'ını ıslatıyor ve bu muazzam rahmet şöleninden O da nasibini almış oluyor.
Ve anladım ki İstanbul'da yağmuru yaşamadan İstanbullu olunmuyor.
Ya da yağmurdan kaçıp Üsküdar'ın mor salkımları altına da sığınmadım. Sığınmazdım belkide iliklerime kadar ıslanmak isterdim.Çünkü;İstanbul'da yağmur aşktır! Küçük bir pencereden binalar arasındaki sokaka lambasının ışığında parıldayan tanelerin inci gibi süzülüşünü yarın Arapça sınavı yokmuş gibi umursamadan saatlerce izlemektir.
İstanbul'da yağmur, yalnız bir kızın karanlık odasında rahmete susamış ruhunun bir kaç satır karalamasıdır.Camdan sızan damlalar kağıdını ve altındaki Kur'an'ını ıslatıyor ve bu muazzam rahmet şöleninden O da nasibini almış oluyor.
Ve anladım ki İstanbul'da yağmuru yaşamadan İstanbullu olunmuyor.
sadece bri özlem..
Keşke bazen içimi çıkarıp, yıkayıp, havalandırıp geri koyabilsem. Ya da Allah izin verse de bir günlük Martı oluversem.... Masmavi gökyüzünde hareketsiz, saatlerce uçuversem.... Rüzgarın kanatlarımın altını serin serin okşayışını hissetsem. Acıkınca bir vapura yanaşsam, susayınca denizlere dalsam. İstanbul'un gökyüzü benim olsa. Kimse yukarı bakmasa ve kimse beni görmese . Ama ben üstten , en üstten herkesi seyretsem. Bembeyaz bulut kümelerini yarıp geçsem. Rüzgar kısacık saçlarımı okşasa ... Martıların saçı olur mu? Bilmem ki ....Hiç durmadan hep uçsam. Küçücük zeytin gözlerim hiç ıslanmasa ya da rüzgar yaşlarımı hemen kurutuverse. Bembeyaz olsam, baştan aşağı bembeyaz... Ve masmavilerin arasında uçup dursam!...
PUF!..
Puh diye uçuversem
Tüm dünya unutsa adımı
Sanki hiç olmamışım gibi,
Yok olup gitsem aniden
Kimse bundan etkilenmese
Yokluğum da varlığım gibi sessiz ve kimsesiz olsa
Yalnız ve çaresiz
Tek yapabileceğim derin bir ah çekmekve zorunlu yaşamaya devam etmek
Ölmek istemiyorum,
Ölmek de bir varlık göstergesi
Tek istediğim yitip gitmeden, varken yok olmak
Yine ağlıyasım var
Ve yine sebepsiz...
Ve yine zamansız...
Ve yine ertelemek zorundayım!
29.05.08
İSM Arapça Dersi
Mor Lale'nin Öyküsü
Bizim En Yüce'den Yüceler Yücesi'ne birkaç damla süzüldü Selimiye'de. Birkaç damla yaktı Selimiye'nin bağrını ve boynu bükük lale biraz daha büktü boynunu. Lale tutkununun yüreği nasıl dayansın buna? Kendi lalesi dizleri üzerinde hıçkırırken, kırıldı kolu kanadı çaresizlikten.Mor Lale görünmez olmak istedi o gün ya da üzerine bir yorgan belki. Yardım istedi Lale Tutkunu'ndan. Lakin Lale Tutkunu'nun gücü omuzunu sıvazlamaktan başkasına yetmedi. Ve acziyet birkaç damla ile birlikte bir kaç yılı da götürdü kısa ömründen.O gün gereksiz bir Pembelik vardı Selimiye'de. Sanki ona ait olmayan, niye orada olduğundan habersiz bir Pembelik. Mor Lale büyük kubbenin altında kendini izleyenlerden habersiz sakındı kendini Pembelik'ten.O gün, bir laleninn gözyaşları ıslattı Selimiye'yi. Koca Sinan yaparken bunları düşünmüş müdür acaba, diye içinden geçirdi Lale Ttutkunu. Mor Lale'nin Pembe üzerine akan gözyaşları bir mahkum gibi tutukladı Lale Tutkunu'nu. ve sonrasında sadece sessiz bir sitem: Aah! Sinan böyle yapmayacaktın Selimiye'yi ve incitmeyecektin hassas Mor Laleyi
Sessizlik ve İstanbul
Sessizlik, bir an yakaldım sandım seni
Sonra yine koyup gittin beni
Şehrin acımasız çığlıkları arasına
Her seste bir haykırış, her yanda bir yayagara
Anladım zor seni gündüzde bulmak
Düştüm gecenin peşine adını arayarak
Duydum ki İstanbul'da az bulunurmuşsun
Yakalayan oldu mu onu uyuturmuşsun
Anladım sen de benim gibi hassasın
Küçücük bir çıt olsa hemen kırılırsın
Yokluğunda bir hayli kirlendi kulaklar
Her yandan yükselir, sonsuz uğultular
Bilmem vuslatın da hasretin kadar güzel midir?
Sessizlik her zaman bırakıp giden midir?
Seni en iyi anlatan deniz ve mezarlıklar
Bir de seni özleyen çaresiz insancıklar.
20.05.08
00:02
Sonra yine koyup gittin beni
Şehrin acımasız çığlıkları arasına
Her seste bir haykırış, her yanda bir yayagara
Anladım zor seni gündüzde bulmak
Düştüm gecenin peşine adını arayarak
Duydum ki İstanbul'da az bulunurmuşsun
Yakalayan oldu mu onu uyuturmuşsun
Anladım sen de benim gibi hassasın
Küçücük bir çıt olsa hemen kırılırsın
Yokluğunda bir hayli kirlendi kulaklar
Her yandan yükselir, sonsuz uğultular
Bilmem vuslatın da hasretin kadar güzel midir?
Sessizlik her zaman bırakıp giden midir?
Seni en iyi anlatan deniz ve mezarlıklar
Bir de seni özleyen çaresiz insancıklar.
20.05.08
00:02
Sıkıntılı Bir Günün Ardından
İnsanlar... İnsanlar, her yerden çığ gib üstüme saldıran
Kimseye haber vermeden beni benden uzaklaştıran.
Her yerdeler, bir an bile yalnız kalamazsın
Sürekli konuşurlar istesen de susturamazsın
Ve onlarla birlikte yaşamak zorundaysanİnsanlar,
ah bu insanlarHiç çekilmez olurlar bazan
Sen asıl yalnızlığını yaşarken hiçbiri ortak olmazlar
Ve görünürde de hiç yalnız bırakmazlar
Kimseye haber vermeden beni benden uzaklaştıran.
Her yerdeler, bir an bile yalnız kalamazsın
Sürekli konuşurlar istesen de susturamazsın
Ve onlarla birlikte yaşamak zorundaysanİnsanlar,
ah bu insanlarHiç çekilmez olurlar bazan
Sen asıl yalnızlığını yaşarken hiçbiri ortak olmazlar
Ve görünürde de hiç yalnız bırakmazlar
Hayat dediğin nedir ki, gidiş ve geliş...
Arkadaşlar derse girsin ben memlekete,
Hiç bitmeyecek ömürde çıkış ve iniş,
Birgün İstanbul'dayız, birgün Nevşehir'de
Diyar diyar seyir yazılmış kadere,
Büyük Sultan yollara vermiş ferman.
Kim bilir nerede yeniliriz ecele?
Kalmayınca gözde takat, sözde derman.
15.05.08
Evimdeyim
Arkadaşlar derse girsin ben memlekete,
Hiç bitmeyecek ömürde çıkış ve iniş,
Birgün İstanbul'dayız, birgün Nevşehir'de
Diyar diyar seyir yazılmış kadere,
Büyük Sultan yollara vermiş ferman.
Kim bilir nerede yeniliriz ecele?
Kalmayınca gözde takat, sözde derman.
15.05.08
Evimdeyim
EY MARMARA!..
Sessizlik...Ve dalgalarınn rüzgarla sohbeti,
Yaşadığım boşluktan alıp götürdü beni
Kumlar...Sıcacık, kupkuru,
Ana kucağı gibi sevgi dolu.
Deniz Rahman'ın yüceliğini haykırırcasına vuruyor kıyıya kendini,
Bin parçaya bölünüp koruyor vahdetini
İçinden küçük hediyeler sunuyor bize,
Küçük, lakin her biri bir mucize.
Engin dalgalarında sonsuz haşyet ve buğu,
Usulca bıraktı önüme beyaz bir deniz kabuğu
Heyecanla yaklaşııp koydum keseme
Sonsuz şükran bu lütfu gösterene.
Ben de adımı yazıyorum onun için sahile,
Dev gibi bir dalga aldı onu içine.
Adımı bağrına basan dalgalara şükrân
Biliyorum onu gönderen O sonsuz Hükümrân
Ey Marmara ! Meftûn ettin beni sana,
Ayırmasınlar bizi birlikte girelim toprağa
11.05.08
Şile Sahili /İST.
Postu Çıktı...
Her şeyin Post'u çıktı.
Yıllarca didindik, uğraştık
Tam modern oluyoruz, derken "Postmodernizm" çıktı,
yine geri kaldık.
Şimdi de "Postsekülerizm" çıkmış"
Aman ilahiyatçı mı salla!" derken herkes
Yıllarca didindik, uğraştık
Tam modern oluyoruz, derken "Postmodernizm" çıktı,
yine geri kaldık.
Şimdi de "Postsekülerizm" çıkmış"
Aman ilahiyatçı mı salla!" derken herkes
Biz de Post- ilahiyatçı mı olsak acaba?!
Küçük Bir Seyir..
İnsanlar…
Karınca sürüsü gibi insanlar,
Ve bir telaş…
Ve bir koşuşturma…
Herkes panik halinde bir yerlere yetişmeye çalışırken
Güneş bütün asaleti ve sükûnetiyle gönlümün sultanını kızıllaştırmakta,
Ve bir martı
Yüksekten,
Çok yüksekten tüm bu olanları seyreyler.
Bir vapur yanaşır
Ve insanlar akın akın şehre hücum ederler
Kimse kimsenin yüzüne bakmaz
Güneş buna mı kızdı da bu kadar kırmızı?
Ya da utanıyor mu İstanbul’u böyle görmekten
Kıpkırmızı…
Usul, sessiz, sakin o da terk ediyor,
Bu hareketsiz şuursuz yığını
Ve bir martı
Yüksekten,
Çok yüksekten seyrediyor tüm bunları
Yüzünde tebessüm,
Giden güneşe kal diye yalvaran bakışlarında sonsuz hüzün.
Açıyor kanatlarını şehrin üstüne
Ve bir selam çakıyor güneşe,
Gidişine…
Ve bir martı
Yüksekten,
Çok yüksekten tüm bu olanları seyrediyor.
Mihrimah Sultan'dan
30 nisan 2008
19:53
AYRILIK
Ayrılık... Boynu bükük geride kalan üç beş damla gözyaşı,Ve yüreğinin göğüs kafesini zorlayan çırpınışları.Dünyada tutunacak yalnızca tek bir dalı olan bir yetimin boynunuza umutla sarılan elleri...Ayrılık bu çaresiz, güçsüz kollarıbir çırpıda atıvermek ve bırakıp kaçarcasına uzaklaşmak. Kaçabildiğin yetimden kaçıp yanında götürdüğün yetimin içnde büyüttüğü haykırışa engel olamamaktır. Ayrılık hayata söz geçirememektir. Kimileri güneşin yüzlerine vurmasından rahatsız olurkrn kimileri kaybettiği güneşini arar. Onların hayatı beklemektir. Bir ömür beklemek...gelenler, gidenler olur; kalanlar hep mahsundur.Gülmek dahi hüzünlüdür küçük gözlerinde. Bedenini zor taşıyan ince bilekleri daha ne yükler sırtlanmıştır, hiç bilmeden, hiç anlamadan ve hiç kendisine sorulmadan... O'nun hayatı beklemektir. Ve ayrılık, bir yetimin gözlerinin içine baka baka hiçbir şey yapamamanın acısıyla bırakıp gitmektir...
0 Comment
0 Comment
YOLLAR!...

Yollar benim tefekkürüm,
uzayıp giden, kıvrılan
hem ayırıp hem kavuşturan yollar
yollar ve sessizlik...
düşün düşünebildiğin kadar.
aslında hep oldukları yerde hareketsiz dururlar
ve işlerini hakkıyla yaparlar.
hiç kimse onları yolundan döndüremez,
her engeli aşarlar.
bazısı bir dağı tam ortasından oyar,
bazısı nehirlerin, denizlerin üstünden geçer.
bneim memleketimde yollar altın sarısı bozkırların, ovaların içinde uzaar da uzar,
bazen kenarında eskş bir çeşme görürsün
ve üzerine sinmiş onca anıyı düşünürsün
yolların çeşmelerinden suyla birlikte hasret akar
ve içenin içini yakar,
Avanos 38
Nevşehir 54
Aksaray 126
güneş denen nimet karşıda sonsuz parıltı...
üzüm bağları...
yeşeren yeni yapraklarıyla yorucu kışın ardından yaza hazırlanan üzüm bağları,
her tarafta engin kayalıklar
babam güneşle güreşte
"Garipçe" bir yerden geçiyoruz,
içimizden Rabbi yessir okuyoruz.
bir büyük işaretten, başka bir işarete sürüyor yolculuğumuz..
Rahmna'ın yüceliğini heybetiyle haykıran Erciyes,Hasan Dağı'na emanet ediyor bizi.
ben artık telefon direklerini saymıyorum,
kesik çizgileri takip etmeyi bırakalı da çok oldu.
şimdi ayrı bir gözle seyrediyorum yolları...
biliyorum ki yolların bize anlatacağı çok şey var.
biliyorum ve
kapatıp gözlerimi dinliyorum.
20.04.08
17.10
Kayseri'den Aksaray'aHer zamanki yerim sağ arka koltulta
20.04.08
17.10
Kayseri'den Aksaray'aHer zamanki yerim sağ arka koltulta
NEYİN VAR ESRANUR!
Neyin var Esranur?
Yok bişeyNe oldu ya?
Yok bişeyVar vaar!
Canın sıkkın senin . ne oldu ki?
Bişey olmadı
Olmuş olmuş belli
Evet oldu ama söylemek istemiyorum.
Herkes her şeyi bilmek zorunda mı ?
Yok deyiysem yoktur işte.
Daha sorup durmayın.
Ben yok diyorsam o şey sizin için varlık değeri taşımıyor demektir.
Ama yok illaha her şeyi bileceksiniz.
Aslında hiçbir şeyi bilmezsiniz ama her şeyi sorarsınız.
Keşke bilseniz ki sizden önceki kavimler çok soru sordukları için helak oldular.
Hayır yok deyince daha ne diye üstelersiniz anlamam
Peki deyip geçin, var olduğu her halinden belli ise de,
Yok diyorsa peki deyip geçin
Ama nerdeeee
Anca kurcalarsınız, kurcaladığınız yerden neyin çıkacağını bilmeden öyle uğraşıp durursunuz
Herkes her şeyi bilmek zorunda mı?
Ya da siz her şeyi bilmek zorunda mısınız?
Eğer her şeyi bilmek istiyorsanız o zaman önce “peki” deyip geçmeyi bilin.
Yok bişeyNe oldu ya?
Yok bişeyVar vaar!
Canın sıkkın senin . ne oldu ki?
Bişey olmadı
Olmuş olmuş belli
Evet oldu ama söylemek istemiyorum.
Herkes her şeyi bilmek zorunda mı ?
Yok deyiysem yoktur işte.
Daha sorup durmayın.
Ben yok diyorsam o şey sizin için varlık değeri taşımıyor demektir.
Ama yok illaha her şeyi bileceksiniz.
Aslında hiçbir şeyi bilmezsiniz ama her şeyi sorarsınız.
Keşke bilseniz ki sizden önceki kavimler çok soru sordukları için helak oldular.
Hayır yok deyince daha ne diye üstelersiniz anlamam
Peki deyip geçin, var olduğu her halinden belli ise de,
Yok diyorsa peki deyip geçin
Ama nerdeeee
Anca kurcalarsınız, kurcaladığınız yerden neyin çıkacağını bilmeden öyle uğraşıp durursunuz
Herkes her şeyi bilmek zorunda mı?
Ya da siz her şeyi bilmek zorunda mısınız?
Eğer her şeyi bilmek istiyorsanız o zaman önce “peki” deyip geçmeyi bilin.
KENDİMİ YAZMAK
Yazmak istyorum, ama neyi?
Ben de bilmiyorum.
Sadece yazmak istiyorum.
Hayatımla , amaelimle, duruşumla, tavrımla, her halimle
Kendimi tarihe yazmak istiyorum.
Yaşadığım her an, aldığım her nefes,
Yaptığım her eylem ve söylediğim her söz ile kendimi yazmak istiyorum
Yazmak ve yazılmak......
Ve böylece bir şeylerin bir yerlerinde var olup, ben hep buradayım diyebilmek
Ve akıp giden ve kaybolan hayatın içinde yazıldığım yerde durabilmek istiyorum.
Ve okuyun beni! diye haykırıyorum tüm yazılmışlar gibi
Okuyun beni deVe kendi kıstaslarınıza göre yargılayın,
Değerlendirin,
Kendinizce anlamlandırın,
Her şeyin en mükemmeline karar verebilecek mükemmellikte (!) olan ölçütlerinizle eleştirin
Korkmuyorum o koca beyinleriniz arasındaki küçük titreşimlerden
Aklınızdan hakkımda geçirebileceğiniz ne varsa geçirin
Doğru, akıllarınızdan geçer giderim; ama
Ben gerçekliğe yazdım kendimi
Yapabilirseniz, siz bundan geçin!
Üsküdar, MART, 2008
Ben de bilmiyorum.
Sadece yazmak istiyorum.
Hayatımla , amaelimle, duruşumla, tavrımla, her halimle
Kendimi tarihe yazmak istiyorum.
Yaşadığım her an, aldığım her nefes,
Yaptığım her eylem ve söylediğim her söz ile kendimi yazmak istiyorum
Yazmak ve yazılmak......
Ve böylece bir şeylerin bir yerlerinde var olup, ben hep buradayım diyebilmek
Ve akıp giden ve kaybolan hayatın içinde yazıldığım yerde durabilmek istiyorum.
Ve okuyun beni! diye haykırıyorum tüm yazılmışlar gibi
Okuyun beni deVe kendi kıstaslarınıza göre yargılayın,
Değerlendirin,
Kendinizce anlamlandırın,
Her şeyin en mükemmeline karar verebilecek mükemmellikte (!) olan ölçütlerinizle eleştirin
Korkmuyorum o koca beyinleriniz arasındaki küçük titreşimlerden
Aklınızdan hakkımda geçirebileceğiniz ne varsa geçirin
Doğru, akıllarınızdan geçer giderim; ama
Ben gerçekliğe yazdım kendimi
Yapabilirseniz, siz bundan geçin!
Üsküdar, MART, 2008
KUR'AN DERSİ NOTLARI
“ve netübü ileyk” ü’den sonrai’yi ayır
Az önce Ceren’e söyledi ya hoca
Kızım senin adın Esma Nur muydu?
Siz geçen hafta da sessiz lam’lara hareke veriyordunuz
Aaaaaa kapı aralandı.. ömür abi…
Getir Ömür abi, getir… getir-me
Getirme hoca kızabilir.
Neyse o da içiyor
Sen devam et kızım,
Ramazan ra’ları çıkarırken dudaklarını öne götürme
Geriye de çekme?
Rahat ol oğlum
“bi eshabil fiil” bi eshabi,,, bi eshabi
Hayır öyle değil
Sa’yı vurgulayın
Sad’a dikkat! aman ayın’a da dikkat!
Yücel sen de ayınlara çalış artık.
Evet devam edelim!..
Evet! Devam edelim.
Kızlardan sıra kimdeyse o devam etsin.
“sen nerden geliyosun?
”Fakülteden hocam!"
Arkadaşlar lütfen kapasitenizi kullanın (!)
Hadi arkadaşlar hadiiiiii
Arkalara ilerleyelim
Kapasiteleri kullanalım
Hocam sıra erkeklerde
Sorun sistemde hocam, hep bu ÖSS :)
……özür dilerim hocam girebilir miyim?“
ve nahşa azabek”
hâ biraz canlı
Uyumayın arkadaşlar hâ biraz canlı
Sen de basmaleye dikkat et Betül,
Ra’yı kalın okuma.
“Yevmi’d-diin” di.. di.. dii… diiiiiiin
Orda durma
Veleddallin’i üç misli çek.
Pazartesi günleri akşam ezanı özellikle mi geç okunuyor acaba (?)
Olmadı besmele
Hiçbir şey değişmiyor.
Aç ağzını kızım,
Gözlerini değil yavrum……… ağzını,
“Fecealehüm keasfi-m me’kul”
Allahu Ekber….. Allahu Ekber! Allahu Ekber!
Siz çıkın namazı kılın
Biz poğaça yiyelim,
Selime sen kal.
Esranur sen de bitir artık
Çok uzun oldu!
Yine İSM Kur’an Dersi
31.03.08
HAMDIK PİŞTİK, SÜTTEN YOĞURDA GEÇTİK :)
Önce süt sağlıktır dediler,Yıllarca süt içtik.
Biz bazen sıcak, bazen soğuk içtik
Ama ışık hep ılık içti,
Sonra“Büyüdünüz artık sütten size kalsiyum yok” dediler.
Anladık ki;Cıvıklıktan kıvama geçişin zamanı geldi
Döküldüğün kabın şeklini almaya son,
“Kendi şeklinizi bulun”Dediler.
Sütten ağzı yananlar yoğurdu üfleyerek yediler,
Biz sallantılara son verdik,
Sabit bir kalıp bulduk kendimize
Önce hamdık, piştikSonra sütten yoğurda geçtik.
ISM’de Kur’an dersi
31.03.08
19.19
ÖLÜM O COĞRAFYADA
Ölüm…Tüm diyarların korkulu rüyasıBir tek burada hükümsüz kalırGazze….“İnsanların ölümden korkmadığı tek yer” diyor ünlü gazeteciÖlümün kendinden korktuğu tek şehir…Ölüm orda öyle iç acıtıcı, öyle dehşet vericidir kiKendisi korkar kendindenGazze’de kendi topraklarınıza gidebilmek için kontrol noktalarında geçersinizKendi egolarını kontrol edemeyenlerin kurdukları kontrol noktalarıGazze’ de bir anne iseniz kontrol noktalarında beklerken doğum yapıp canınızı verirsinizVe daha niceleri gibiKendi kontrolünü şeytana bırakanlar sizi kontrol etmek isterÖlüm bile kontrolden çıkmıştır oradaGazzeİnsanların ölümden korkmadığı tek yerdirGazze’de bir genç kızın en büyük hayali nedir bilir misiniz?Ya da 75 yaşındaki teyze neden hala evinin duvarında asılı anahtara özlemle bakar?Kontrol sahipleri (!) evini bastığında kapısını kilitleyip çıkmıştır yuvasınınVe bugün hala anahtarı duvarda asılıdır…Duvarda asılı olan bir milletin alınyazısıdır…Herkes kendine biçtiği rolü oynar,İsrail en İsrail yönünü gösterirFilistin direnişin gözbebeğidirPeki ya biz?Biz ne rol biçtik kendimize bu oyunda?İyi rolün de sahibi var, kötü rolün deBize rol kalmadı deyip biz de izleyici oluveririzKimimiz televizyonundan izler, kimimiz uydudanKimimizin izlemeye dahi tahammülü yoktur.Ve ölümden en çok biz korkarızGazze’ye en uzak biz olduğumuzdanÇünkü Gazze,İnsanların ölümden korkmadığı tek yerdir.30.03.08Üsküdar14.40
Bir Nesir Denemesi
BENİM ŞEHRİM
Şikayet edecekseniz susun! Bozmayın şehrimin havasını
Beğenmiyorsanız gidin; ama kalanı kaldığı yerde bırakın
Sözlerinizle, onun güzelliğinin de sizinle gitmesini sağlamayın
Beğenmiyorsanız bile susun bozmayın şehrimin havasını
Zihninizden geçen yanlışlar sade sizin yanlışlarınız olarak kalsın orda
Söz ile ifade edip getirmeyin vücuda
Benim şehrim güzellikler beldesi, padişahlar ülkesi,
Sükunetin ve asaletin sahibesi,
Sükunet, ancak benim şehrimde bu kadar çok şey anlatır insana
Nice gözler değmiş olsa da semasına,
Her yönelişinde ayrı bir suretle çıkar karşına.
Benim şehrimde kişiye özeldir sema
Herkesin görmek istediğinden biraz vardır onda
Lakin bakmak gerekir, susmak ve bakmak…
Uzun uzun, derin derin… hiç bitmeyecekmiş gibi
Sonsuzluğu onda yaşarmış gibi
Çınaraltı’nda bir bardak elma çayı yudumlar gibi
Aslında hayatı yudumlarsın her nefeste
Her nefeste biraz daha İstanbul çekersin içine
Her nefeste biraz daha İstanbul siner damarlarına, hücrelerine
İstanbul’un dolduğu hücrelerin yeni bir İstanbul kılar seni
Sen İstanbul olursun…. İstanbul sen……..
Hayat, her anı bir ömür gibi yaşmaktır benim şehrimde
Herkes tek bir ömür yaşar ve göçer
İstanbul’u yaşamak ömürlere sığmaz
Kalplerde, hayallerde yaşar benim şehrim
Bende yaşar benim şehrim
29.03.08
Üsküdar
00:56
Kaydol:
Yorumlar (Atom)

